23 Ağustos 1925... Şapka devriminin yıl dönümü.

Atatürk'ün kılık kıyafet ve şapka devrimi, çağdaşlaşma ve laikleşme sürecini hızlandıran adımların en önemli yapı taşlarından birisidir.

23 Ağustos 1925... Şapka devriminin yıl dönümü.
23 Ağustos 2014 - 08:34

Neden Kastamonu?

11 Ağustos 1925 tarihinde kendisini Kastamonu’ya davet etmek üzere Ankara’ya giden kişilere Atatürk şu sözleri söyler: “Geleceğim, geleceğim. Fakat bir gün tayin edemem. Malum ya, vekil arkadaşlarla görüşmek ve Devletin diğer işlerinin benim burada bulunmadığımı gerektirip gerektirmediğini anlamak ve ona göre karar vermek gerekiyor. Fakat emin olun çabuk geleceğim.”

Uzun süre şapka konusuna kafa yoran Atatürk, Kastamonulular uğurladıktan sonra artık kararını vermiştir. Koluna girdiği Parti Genel Sekreteri Saffet Arıkan’a; “Çocuğum Kastamonu’ya gidiyorum. Şapkayı orada giyeceğim.” der ve Kastamonu’yu neden seçtiğini anlatır: “Bütün vilayetler beni tanırlar. Ya üniforma ile veya fesli, kalpaklı sivil elbiseyle görmüşlerdir. Yalnız Kastamonu’ya gidemedim. İlk önce nasıl görürlerse öyle alışırlar, yadırgamazlar. Üstelik bu Vilayet halkının hemen hepsi asker ocağından gelmişler. İtaatlidirler, munistirler. Adları gericiye çıkmışsa da anlayışlıdırlar. Bunun için şapkayı orada giyeceğim.”

Bazıları, hatta Ankara’da Kastamonu’yu temsil edenlerden bir kaçı bu inkılabın Kastamonu’da başlatılmasının iyi olmayacağını, Kastamonu’nun fazla tutucu bir çevre olduğunu söyleyerek Atatürk’ü caydırmaya çalışırlar. Ancak Birinci Dünya Savaşı yıllarında Kastamonu Lisesi’ne öğretmen olarak atanan, o yıllarda Köroğlu, Yeşil Ilgaz ve Açıksöz gazetelerinde de yazılar yazan ve bu nedenle Kastamonu’nun yapısını çok iyi bilen İsmail Habib (Sevük), Atatürk’e bu görüşü paylaşmadığını belirtir ve Kastamonu’nun dışarıdan göründüğü gibi tutucu olmadığını ve aydın düşünceli bir yer olduğunu söyler.

Atatürk'ün Kastamonu'yu seçmesinin nedenlerinden birinin de Kastamonu’nun Kurtuluş Savaşındaki bağlılığından ve “devrimin bir tür simgesi” olduğundan söz edilir. Atatürk’ün bu devrim için Kastamonu'yu seçmesinin nedenleri şunlara bağlanmaktadır:

- İşgal görmemesine karşın, işgale karşı ilk kadın mitinginin, 10 Aralık 1919'da Kastamonu'da gerçekleştirilmesi,
- İşgal görmemesine karşın Çanakkale'de ve Kurtuluş Savaşında en çok şehit veren illerden biri olması,
- Şeyhülislam Dürrizade'nin Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcında Mustafa Kemal ve arkadaşlarının idam edilmesi için verdiği fetvaya karşı Anadolu müftülerince hazırlanan fetvanın büyük çoğunluğunu Kastamonulu müftülerin oluşturması,
- Savaş yıllarında Anadolu'nun birçok bölgesinde iç ayaklanmalar olmasına karşın bunun Kastamonu'da yaşanmaması, 
- Kurtuluş Savaşı sırasında Kastamonuluların İnebolu-Kastamonu-Çankırı-Ankara yoluyla savaş gereçleri taşınması, 
- Kastamonu basınının savaş sırasındaki olumlu etkisi,
- İnebolu’nun İstiklal Madalyası sahibi tek ilçe olması.

 

Kaynaklar: 
M. BAYTEEMUR, A.DEMİRCİOĞLU, H.ÇELİKOĞLU, Atatürk’ün Kastamonu Gezisi ve Şapka Devrimi, 1982, Ankara.
M.S.YILMAZ, Atatürkün Kastamonu Gezisi ve Şapka İnkılab, Kastamonu Eğitim Dergisi, C.13, No:1 s.223-232, Mart 2005.

 

 

 

DEVRİM SÜRECİ

Atatürk'ün kılık kıyafet ve şapka devrimi, çağdaşlaşma ve laikleşme sürecini hızlandıran adımların en önemli yapı taşlarından birisidir. Halifeliğin, dinsel kurumların ve dinsel yargının kaldırılması gibi, laikliğe yönelik faaliyetlerin tamamlayıcısı olmuştur bu devrim.

Bu devrim, rejim karşıtı hareketlerin arttığı 1925 yılında yapılmıştır. Atatürk, devrimi uygulamak için seçtiği Kastamonu'da, Belediye Dairesi'nde ve Devlet Kütüphanesi'nde şapka konusundaki görüşlerini tarihsel delilerle açıklamıştır.

Kütüphanedeki sohbet sırasında artık sarığın sadece din adamlarına ait bir başlık olduğuna değinmiş ve, "yetkisi olmayanlara sarık sardırılmamalı, yetkisi olanlar da görevlerini yaparken sarmalıdırlar" demiştir. Atatürk, konuşmalarında hem halka şapkayı anlatmış, hem de şapka devriminin Türk toplumunun zihniyetindeki değişimin dışa vurumu olduğunu belirtmiştir. Atatürk, Kastamonu Belediye Binası'nda "kılık kıyafet ve medeniyet" bağıntısını şu sözlerle dile getirmiştir: "...Biz her bakımdan insan olmalıyız. Çok acılar çektik. Bunun sebebi dünyanın durumunu anlayamamızdandır. Fikrimiz ve zihniyetimizle beraber, kıyafetlerimiz de tepeden tırnağa kadar medeni olmalıdır ve olacaktır. Şunun bunun sözüne ehemmiyet vermeyeceğiz. Medeni olacağız ve bununla iftihar edeceğiz. Bugün Türk ve İslam alemine bakınız! Zihinlerini ve fikirlerini medeniyetin emrettiği değişikliklere uyduramadıklarından bugün felaketler ve ıstıraplar içindediler. Bizim de şimdiye kadar geri kalmamız ve en son felaket çamuruna batmamız bundandır. Beş altı sene içinde kendimizi kurtarmış isek, bu zihniyetimizde vaki olan değişikliklerdendir. Artık duramayız, behemehal ileri gideceğiz. Çünkü mecburuz..."( Soyak, CI, sf.261)

Şapkaya dinsel muhalefet

Şapkaya gelen tepkiler yine din örtüsü altından gelmiştir. Yenilik karşıtları, din bezirganları, gülünç denebilecek iddialar ileri sürerek; sözde İslam savunuculuğuna soyunarak şapkayı ve Atatürk'ü hatta genç Cumhuriyet'i "dinsizlik" yaftasıyla suçlamışlardır. Bu anlamsız ve çağdışı tepkiler, Takrir-i Sükun Yasası kapsamında kurulan İstiklal Mahkemelerince bastırılmıştır. Şapka dinsel bir simge değildir, ancak devrim karşıtları böyle düşünememiştir.

Gelin madde madde Şapka Devrimi'ne karşı yapılan hareketleri sıralayalım:

- Gavur İmam ve Hoca Osman adlı iki mürtecinin başında olduğu bazı kimseler Erzurum Çarşısı'nın bir bölümünü kapatarak Vali'nin evinin önüne gitmiş ve "gavur memur istemiyoruz!" diye bağırmaya başlamıştır. Hükümet, öfkeli kalabalığı kuvvet kullanarak dağıtmıştır. Önce bazı ilçelerde daha sonra da tüm Erzurum'da sıkıyönetim ilan edilmiştir.(24 Kasım 1925) Yapılan yargılamalar sonucunda 33 kişi mahkum olmuştur.

- 14 Kasım'da Sivas'ta bazı şapka karşıtları duvarlara, hükümete hakaret içeren bir beyanname yapıştırmıştır. Yapılan inceleme sonunda bu olaya karışan 32 kişi tutuklanmış, 2 kişi de sürgün edilmiştir.

- 22 Kasım'da da Kayseri'de Nakşibendi olduğunu iddia eden Ahmet Hamdi adında biri şapka kışkırtıcılığı yapmış, ancak herhangi bir olay çıkaramadan yakalanarak mahkemeye sevk edilmiştir.

- 25 Kasım'da Rize'de küçük bir olay yaşanmıştır. İki hocanın elebaşlığında "hükümesin dinsizliğe gitmesini önleme" adı altında bir hareket başlatılmak istenmiş ancak İstiklal Mahkemesi bu olaya el koymuştur.

- 26 Kasım'da ise Maraş'ta İbrahim Hoca adlı biri camide başına topladığı bazı kimselerle hükümet aleyhine gösteri yapmak istemiş, ancak yakalanarak İstiklal Mahkemesi'ne sevk edilmiştir.

- 4 Aralık'ta da Giresun'da Muharrem Hoca adlı biri, cemaati, Şapka Kanun'unu çıkaran hükümete karşı ayaklandırmak istemiş ancak o da diğerleri gibi aradığı desteği bulamamış ve yakalanarak mahkemeye sevk edilmiştir.

Görüldüğü gibi bazı Atatürk düşmanlarınca toplumda "travma yarattığı" söylenen Şapka Devrimi'ne yönelik tepkiler yukarıda gösterildiği gibi son derece sınırlı, tek tük birkaç bireysel hareketten ibarettir. Şapka karşıtlarının genellikle "hoca" sıfatını taşıyan din istismarcıları olduğu açık ve nettir.

Önemli nokta: Burada şunu da belirtmek gerekir ki şapka karşıtı hareketlerde mahkum olanlar, şapka giymedikleri için cezalandırılmamıştır. O insanlar, şapka giyilmesini protesto ettiklerişapka giymenin dinsizlik olduğu propagandası yaptıkları ve halkı Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ne karşı kışkırttıklarıiçin cezalandırılmışlardır.

İskilipli Atıf Hoca Efsanesi
Şapka Devrimi, ardından yüzlerce efsane üretilen bir devrimdir. Bunlardan biri de, İskilipli Atıf Hoca efsanesidir. İskilipli Atıf Hoca, "Frenk Mukallitliği ve Şapka(Batı Taklitçiliği ve Şapka)" adlı 32 sayfalık bir risale(küçük kitap) yazmış ve Şapka Devriminin henüz yasallaşmadığı; fakat konuşulduğu 1924 yılındayayımlanmıştır.

Atıf Hoca özetle, şapka giymenin dine aykırı olduğunu iddia etmiştir. Atıf Hoca kitabın giriş bölümünde, "taklit" olayını anlattıktan sonra, "taklidin" şeriata uymadığını ileri sürmüş ve Hz.Muhammed'ten başkasının taklit edilemeyeceğini belirterek, "Rezül-i zişan(şanlı) Efendimiz'den başka hiçbir kimseyi taklit caiz değildir." demiştir. Atıf Hoca'ya göre şapka takmak "küfürdür". Şapka din ve milliyet göstergesidir, dolayısıyla şapka takmak Müslümanı dinden çıkarır!

Atıf Hoca'ya göre Müslümanlar dinlerine, kalpleriyle ve dilleriyle olduğu kadar, feslerinin sarığı ve püskülü ile de bağlı olmalıdır. Ona göre bu bağı bozmak "dinsizliktir,küfürdür".

Atatürk, Atıf Hoca'ya, 27 Ağustos 1925'te İnebolu Türk Ocağı'nda yaptığı konuşmayla yanıt vermiştir:
"Buna caiz değil diyenler vardır. Onlara diyelim ki, çok bilgisizsiniz, dünyadan habersizsiniz. Ve onlara sormak isterim : Yunan başlığı olan fesi giymek caiz olur da, şapkayı giymek neden olmaz? Yine onlara ve bütün millete hatırlatmak isterim ki, Bizans papazlarının ve Yahudi hahamlarının özel kılığı olan cübbeyi ne vakit, niçin ve nasıl giydiler?"

İskilipli Atıf Hoca'nın şapkaya karşı sözüm ona bu "entellektüel direnişi" ve bu direnişin ardından yargılanıp mahkum edilmesi, Atatürk karşıtlarının, "şapkaya direndiği için mahkum edilen adam" efsanesi yaratmalarına neden olmuştur.

Ayrıca, Atıf Hoca, "Şapka Kanunu" çıktıktan sonra piyasaya kitap çıkarmak ve satmakla, kitapta devrim karşıtlığı, kışkırtıcılık yapmakla suçlanmıştır.

Atıf Hoca'nın ihaneti
Atıf Hoca'ya yönelik en ciddi suçlama ise Kurtuluş Savaşı sırasında "vatan hainliği" yaptığına yöneliktir. Meşrutiyet'ten beri, tüm yeniliklerin ve devrimlerin karşısında durmuştur. Çıkardığı "Beyanü'l Hak" adlı gazete çok gerici bir yayın organıdır. Dahası, Mahmut Şevket Paşa'nın katlinden dolayı Sinop'a sürülmüştür. Çok daha önemlisi Atıf Hoca, Kuvayimilliye'ye karşı bildiriler hazırlayan Teali-i İslam Cemiyeti'nin yönetim kurulu başkanıdır. Bu cemiyetin yayınladığı ve Atatürk'ü eşkıya ilan eden bildirilerden birinin altında Atıf Hoca'nın da imzası vardır!

Yani, "mazlum ve mağdur" gösterilmek istenen Atıf Hoca, hiç de öyle değildir. Kurtuluş Savaşı'nda gerçek din adamları canla başla kurtuluş için mücadele ederken o, bu kutsal mücadelenin karşısında yer almıştır.

Sonuç: Atıf Hoca şapka takmadığından değil, devrim karşıtlığı, kışkırtıcılık yaptığı ve Kurtuluş Savaşı sırasındaki "hainliğinden" dolayı idam edilmiştir. Atatürk'e saldırmak için bahane arayanlara bu mesele de ilham kaynağı olmuştur ne yazık ki. Belirli çevreler Atatürk'ü İslam karşıtı göstermek istediklerinde söze, "Atıf Hocalar nasıl katledildi?" diye başlamayı adet edinmişlerdir. Şapka giymediği için asılan, idam edilen, tek bir kişi yoktur!

Not: Yazının büyük bir çoğunluğu Sinan Meydan'ın büyük eseri Atatürk İle Allah Arasında adlı kitabından alınmıştır. Tarafımca gerekli görülen yerlere düzenlemeler yapılmıştır. 


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum